Evet kurban, işte buradayız. Bu kelime, belki de bazıları için özel bir hitap şeklidir; alt mesajların taşındığı, güçlü kişiliklerin ve egoların bastırılıp eritildiği, belki de tamamen yok edildiği bir ifade. Belki de ölümün ve geçiciliğin bir sembolüdür? Sonuçta, kendimizi her zaman bizden daha yüksek bir şeye kurban ederiz, asla aynı seviyede ya da bizden daha düşük bir şeye değil.
Yine de, kişilik bu tür özdeşleşmeleri sever; bizi rahat ettirir. 'Kurban' kelimesiyle bir topluluğa ait oluruz, ancak bu topluluğun getirdiği kabalık, içsel kurbanlığımızla pek ilgilenmez. Çünkü grup zihniyeti veya aura, duygusal akışlarla birlikte kişinin içsel cihadını yavaşlatabilir. Oysa ki, topluluğa katılma amacımız ne kadar içsel cihat olsa da?
Şimdi bizim kurbanımıza dönelim. Okült ve ezoterik anlamda, yolun görünümlerini arayan; kültürün dokusu içinde sıkışıp kalan ve bizi kendi gerçeğimizden uzaklaştıran o yapıya. Aziz Nesin’in de dediği gibi:
Patronun köle gibi çalışmanı ister
Ailen, onların istediği gibi biri olmanı,
Sevgilin ise sürekli değişmeni ister
Kimse seni olduğun gibi görmek istemez
Herkes sana kendi icat ettiği gibi bakar
Sonuç olarak bambaşka bir insan olursun
Aziz Nesin’in sözlerinden yola çıkarak, bu noktada düşünmeyi arayışçıya bırakıyorum. Kendi kendimizin kurbanıyız; bu cümle bir süre bende kaldı ve hala içimde dolaşıyor. Sanırım, derin bir referans olarak kalacak. Kendimi nasıl mahkum ettim, sınırladım, kurban ettim? Bu, bir tür karanlıktır; Lord Buddha bunu söyledi, Madam arzuyu öldür dedi, geçici olana odaklan dedi... Daha birçok referansı saymıyorum bile. Acaba bunlar beni kurban mı ediyor, yoksa varlıksal gelişimde 'daha yüksek olasılıkların yolu' olan büyük bir çağrı mı? Sessizliğin Sesinde Lanoo’ya söylenen sözlerle kendimi mi kurban ediyorum yoksa daha yüksek olanlar için mi feda ediyorum? Agni Yoga Master M.'nin öğretisini hatırlayanlar varsa bilir; alt doğayı sunağa koymak gerekir. Biraz buna birlikte bakalım, çıkarım yapmadan. Believe your on Spirit
Comments